
Ölülerin Birleştiren Gücü
“Bana göre tarih, ölümleri ikiye ayırıyor sanki. Ölümleriyle ölenler ve ölümleriyle öğretenler.”
30 Nisan 2025
Soğan ve sivri biberleri küçük bir tencereye doğradı önce. Yaşam derneğinden edindiği salça ve zeytinyağından bir miktar dökerek tahta kaşıkla karıştırdı. Akşamdan ıslattığı kuru fasulyeleri tavaya döktükten sonra ocağı kısık konuma getirip kenara çekildi. Sıklıkla yaptığı gibi ocağın dibindeki sandalyeye oturdu. Başını duvara yaslayarak belli belirsiz dinlenmeye geçti. Alevin ısısı ve tencereden gelen ritmik ve armonik seslerin etkisiyle uyuklar gibi oldu Bekir Zengin. Mayıştıkça mayıştı. Bir süre böyle devam etti. Zaman ilerledikçe ısıyı, armoniyi ve dünyayı duymaz oldu. Bütün geçmiş yaşamı gözünün önünden film şeriti gibi akmaya başladı.
Tokat’ta çobanlık yaptığı günleri anımsadı. İstanbul’a geldiği 75-80’li yılları, sınıf mücadelesine atıldığı zamanları hayal etti. Gecekondu semtlerindeki katıldığı direnişleri, kurduğu işçi örgütlerini düşündü. Kendisi gibi Tokatlı olan ve bir çatışmada yitirdiği yoldaşı İsmail Hanoğlu’nun genç ve güleç yüzü canlandı zihninde. Kalbinin durmasına ramak kalmıştı ki, son olarak 2011’de kaybettiği eşi, arkadaşı Suzan Zengin’in gölgesi geçti gözünün önünden. Gülümsediler karşılıklı. Gidenler için yeni bir başlangıcın habercisiydi yaşanan ölümler.
Masa üzerine bıraktığı ve sıklıkla kulak kabarttığı telefon çalmaya başladı biraz sonra. Her zaman hızla ve özenle yanıt veren kişi, şimdi duymuyordu hiç bir sesi. Telefonla arayan Bekir Zengin’in oğluydu. Tekrar aradı oğul Fırat. Masadaki telefon sesi masayı titretmekle kalmıyor, salona ve diğer kısımlara gizemli bir ses olarak yayılıyordu. Fakat her zamanki direnç yüklü, militan ses şimdi susuyordu! Belki de sonsuza dek susacaktı. Geriye anıları, idealleri, dostları, yoldaşları kalacaktı.
Fırat, pesimist bir duygu durumuna girmek istemiyordu ama babasının, uzun süredir yüksek tansiyon hastası olduğunu da, bunun ölümcül bir boyutu bulunduğunu da çok iyi biliyordu. Üstelik, Bekir’in uzun yıllar sınıf mücadelesi içinde pekçok kez esir düştüğü ve uzun zaman hapishane koşullarında kaldığı için sağlığının epeyce bozulduğu da sır değildi. Baba evde yalnız yaşıyor, oğul ise iş ve mesleği gereği sıklıkla evde olmuyordu. Aralarında sözleştikleri gibi her gün babayı arıyordu Fırat.
Her zaman oğlunun telefonuna sevinçle yanıt veren Bekir, ilk defa yanıt vermiyordu ve oğul için belki de bir daha yanıt vermeyecekti. Yine de umudunu yitirmedi Fırat. Yakında oturan dayısını, yengesini ve sonra Bekir’in yoldaşlarını haberdar etti. Hızla ve merakla harekete geçti yakınları. Sevilen sayılan birisiydi Bekir. Evin kapısı açıldı. İçeride taze bir yemek konusu, sakin ve sessiz bir atmosfer vardı.
Bekir! denildi yüksek sesle. Karşıdan ses gelmedi. Odalara, sonra mutfağa bakıldı. Mutfakta sandalyede oturuyor, arkaya yaslanmış, başı duvara dayalı adeta dinleniyordu yoldaşları. Ocak da yanıyor, fasulye kısık ateşte için için pişiyordu. Nabzına bakıldı. Yaşam belirtisi vardı ama çok zayıftı. Ambulans çağrıldı acilen. Artık geçti. Hem de çok geçti. “Devrimci bir yürek sustu” diyerek ailesi ve arkadaşları birbirine haber verdi. Takvim yaprakları 25 Nisan 2025 tarihini gösteriyordu.
Düşüncesi, davranışıyla paraleldi
Sanırım 8-10 yıl önce tanımıştım Bekir arkadaşı. Felsefeye, sanata, yazara çizere meraklı biriydi. Teorik tartışmalara, siyasal analizlere girdiğini, ülke ve dünyaya dair yorumlar yaptığını anımsıyorum. Davranışı, huyu, üslubu bilinç düzeyi ile doğru orantılı biriydi. Alttan alan, ikna eden, inandıran ve kendine güven duyan bir psikolojiye sahipti. Kitlesel ve yerel olarak düzenlenen 1 Mayıs, 8 Mart ve Newroz gibi etkinliklerde sıklıkla karşılaşırdık. Buna rağmen yakından tanıma ve ileri düzeyde bir dostluğumuz, maalesef olmadı. Cenaze töreninden anladığım kadarıyla Bekir arkadaş, düşündüğümden daha geniş ve derin bir karşılığı olan birisiydi.
Yaşamını sınıf mücadelesine adamıştı, devrimci tecrübesi soyadı gibi son derece Zengin’di! Tanış olduğumuz sürenin son birkaç yılında sağlık durumu iyi değildi. Yürümesine, duruşuna, bakışına yansıyordu. Bu durum hissedilmesin diye büyük bir gayret ve direnç gösterdiği belli oluyordu. Sevimli ve güleç bir yüzü ve bakışı vardı. Güven veren bir ruh dünyasına sahipti denilebilir. Sağlık sorunlarını bilmeme rağmen “iyi, canlı ve genç görünüyorsun” demiştim bir görüşmede. Şakalı ve gülerek Marx’ın sözüyle yanıt verdi: Görünüş özü yansıtmıyor yoldaş!
Yoldaş veya filozof diyerek hitap ettiğini hatırlıyorum. “Hocam” dediği de oluyordu bana. Düşünceliydi hep. Kafası doluydu, birtakım sorulara yanıt arıyordu sanki. Yapmak istediği pekçok uğraş vardı ama sağlık koşullarından dolayı yapamıyor gibi bir izlenim veriyordu. Son görüştüğümüzde bende bıraktığı duygu, düşünce dünyası böyleydi. Bir toplu kahvaltı etkinliğinde bir araya gelmiştik. Masaya geldi, arkadaşları selamladı. Kısa süreli bir konuşma geçti aramızda. Anımsadığım kadarıyla Suriye, Kürtler, Aleviler söz konusu edildi. Devrimcilerin durumu, sendikalar ve proletarya partisi için de birkaç laf edildi. Felsefe Üzerine Genel Tezler adlı yeni çıkan kitabımı sordu. Edinmeyi düşünüyordu. Bakabildi mi, zamanı ve sağlığı okumasına imkan verdi mi, bilmiyorum.
Bekir Zengin ve “Sosyal İstanbul”
Bekir’in vefatını semtteki ortak tanıdık arkadaşlar söyledi. Sonra sosyal medyada paylaşıldı haber. Cenazesinde 500 civarı insanı bir araya getirmesi benim için düşündürücü oldu. Karamsarlığın, moral yokluğunun baskın olduğu günümüzde kitleleri devrimci değerler etrafında bir araya getirmek kolay olmuyor. Dolayısıyla Bekir Zengin arkadaşın, İstanbul’da bir pazar günü zengin bir arkadaş çevresini harekete geçirip, yollara düşürmesi not edilmesi, örnek gösterilmesi gereken bir husustur.
Cenazeye gitmek için Okmeydanı’nda buluştuk dostlarla. Birkaç araç vardı. Gruplara ayrılıp yola çıktık. Kartal Cemevi’nde ve Tuzla – Aydınlı mezarlığında tören yapılacağı söylendi. Yani İstanbul’un bir ucundan bir ucuna uzanan bir yolculuk olacaktı. Araçtakilerin, yolculuk süresince 1980’li yıllar için betimledikleri “sosyal İstanbul”, hiç de şimdinin beton ve demir yığını, bilinen “algı”lardaki İstanbul ile örtüşmüyordu. İşçi semtleri, gecekondu evleri, mücadele ve çatışmaların mekanı, grev günleri… Bunlar, günümüz açısından anlamsız birer mazi olmuştu sanki. Yine de Bekir’in, bu semtlere anlam veren davranışlarından örnekler verenler, maziye de can katmış oluyordu.
Bekir’in katıldığı etkinlikler
Araç çoktan Boğaz Köprüsü’nü geçmişti. Bir konu bitiyor diğeri başlıyordu. 1 Mayıs mahallesindeki 2 Eylül direnişine kadar genişlemişti mevzular. Merak dolu duygularla dinliyorduk konuşulanları. Ne boğazın köprüsü, ne Armutlu’nun ya da Ümraniye’nin manzarasını görebiliyorduk. Durağanlık, sabitlik değil, mekanlar ve daha çok da aksiyon vardı konuşmalarda. Şoför de katılıyor, gaza geliyor, hararetle laf yetiştiriyor, hızlandıkça hızlanıyordu.
Bekir’in adı da eksik olmuyordu elbette. Bilhassa işçi çalışmaları, sendikal faaliyetler, cuntalar yanında, hareket içindeki darbeler konuşulurken de onun ismi hatırlatılıyordu. Sendika ve işçi örgütlerinde eğitim uzmanı ve örgütlenme sekreterliği gibi görevler icra ettiği söyleniyordu. Bekir’in yurt içinde yurt dışında katıldığı panel ve konferansları bilenler de vardı. Bilenler onu anlatıyor biz dinliyorduk. Böyle durumlarda, sonradan bir şeyler yazıp, basın yayın faaliyeti yaparım düşüncesiyle bazı notlar alan, birkaç kare fotoğraf çeken / çektiren birisiyim, onu da hatırlatmak isterim.
Ölümlerin çekim gücü
Kartal Cemevi’ne geldiğimizde avluya ve bahçeye insanların dolmaya başladığını gördük. Tanıdık yüzler vardı. Saatin 14.00 olması bekleniyordu. Görebileceğimi düşündüğüm birkaç arkadaşı sordum. Başka bir cenaze daha varmış. Oraya gidenler de olmuş demek ki. Katılım şüphesiz ki etkilenir böyle durumlarda. Yine de kısa sürede cemevinin salonu insanlarla doldu. Yeni insanlarla karşılaştık. Sosyal medyadan beni bilen, tanıyan birçok arkadaş oldu. Bunların nerelerden geldikleri dikkat çekiciydi. Bekir’in çevresindeki genişliği anımsattı bana. Tokat, Almus ve köylerinden gelenler vardı. İsmail ve Sadık arkadaşları anmakla yetiniyorum. Köylülerin söylediğine göre aslen Kızılbaş kültüründen gelen Bekir’in, Bektaş olan adını nüfus memuru kayıtlara geçirirken ideolojik bir değişikliğe uğratmış!
Bazı ölümlerin çekim merkezi olabileceğini düşündüm cemevinin salonunda. Çanakkale, Mersin ve İzmir’den gelenler de vardı. Malatya – Hekimhan’dan birilerinin olduğunu duydum. Avrupa’dan katılanlarla da tanışmış olduk. Üzerinde Bekir’in fotoğrafı olan yaka fotoğrafları dağıtıldı. Ama insanlara yetmeyince “kaç adet basılmış” diye sordum. 300 adet basıldığını öğrenerek katılım sayısını da anlamaya çalıştım. Tam bu sırada anons sesi duyuldu. Kitle cenaze töreni için bahçeye geçti. Ani bir hareketlilik başladı. “Bekir Zengin Yoldaş Ölümsüzdür” sloganlarıyla yankılandı civar. Kartal – Topselvi semti için yeni bir sesti bu. Bahçedeki kuşlar havalandı, cemevi hocası (Dede), şaşkınlıkla sağa sola bakındı. Kadınlar yüz yüze geldiler. Bitişikteki panzerin kapısı açıldı kapandı. Kitle safları sıklaştırdı.
Bahçe tam dolmuştu ki ön taraftakiler, merakla sol tarafa bakmaya başladı. Bakanlar bir kez daha sessizliği bozarcasına “Bekir Zengin Yoldaş Ölümsüzdür” sözünü haykırdılar. Sloganın atıldığı yönden 8-10 kişilik bir grubun, omuzlarında tabutla bahçeye girdiği görüldü. Kızıl renkli, üzerinde “Partizan” yazan bir flamaya sarılı tabuta bir de partizan bayrağı eşlik ediyordu. Hocanın yaptığı çok lüzumsuz bir konuşmadan evvel, saygı duruşu yapıldı. Saygı duruşuna, okunan bir veya iki kısa şiir eşlik etti. Bekir Zengin’in yoldaşlarından olduğunu söyleyen birisi, onun politik ve pratik yaşamına dair kısa ama anlamlı bir konuşma yaptı. Böylece cemevi hocasının Allahüekber ile başlayıp Fatiha suresi ile bitirdiği hitaplar da etkisiz hale getirilmiş oldu. Kitleyi Tuzla – Aydınlı Mezarlığına yönlendiren bir anons daha yapıldı. Törenden ayrılanlar, yanlarına yeni katılanlarla birlikte mezarlığa doğru yola çıktılar.
Bilinçaltı, bilinçten daha akıllı
Doğal zeka, yerini yapay zekaya bırakmıştı. Biraz sıkışarak bindiğimiz araç sürücüsü navigasyonun yardımıyla mezarlığı bulacaktı sanırım. 50 kilometrelik bir uzaklıktan söz ediliyordu. Ölünün birleştiren gücü, çok sayıda özel ve kamu aracını İstanbul – Ankara istikametindeki ana yola dizmişti! Tekrar Bekir’in anıları, mücadele deneyimleri, mütevazi yaşamı konu edildi. Şoför arkadaşımız sözünü bitirir bitirmez ciddi bir psikoloji tartışması başladı araçta.
Ölülerin hatırı için cenazelerde yaptığımız birlikteliği sosyal yaşamda yapamıyoruz denildi. Benim düşünceme göre böyle durumlarda bilinçaltı, bilinçten daha akıllı hareket ediyor. O da bilinç üzerindeki burjuva, liberal ve feodal ideolojilerin ne denli güçlü olduğunun göstergesidir. Konu bilinç incelemesi üzerinden değil de sosyal, canlı yaşamdaki birlik ve dayanışma ilişkileri üzerinden yürümeye başladı.
Sürücü arkadaşımız, anayoldan yan yollara girdi, sokaklar, caddeler geçti. Bir iki defa aynı yolları tekrar etti. Navigasyonu suçladığı da oldu. Bazen araçtakiler de karışıyordu sürücüye. Cenaze ortamında ve atmosferinde olunmasına rağmen eğlenceli anlar da oluyordu. Nihayet hedefe ulaşıldığını söyleyen mekanik bir ses duyuldu. Cenaze aracı ve konvoy mezarlığın içine geçmiş ve mezara doğru hareket etmek üzereydi.
Tarihin devrimci ölüleri ve diriler
Mezarlıktaki topluluğun arkasına katılarak korteje biz de eklenmiş olduk. Bir kez daha “Bekir Zengin Yoldaş Ölümsüzdür” sloganı duyuldu. Sesin yönü, bu defa Kartal – Topselvi sokaklarına doğru değildi. Ormanın içine doğru, ağaçları yararak, yapraklara dokunarak ilkbaharın serinliğine katılarak sonsuz, belirsiz bir diyara doğruydu. Topluluğun önünü Suzan Zengin’in mezarı kesti. Tabut indirildi mezarın bitişiğinde. Bekir arkadaş için son görevler yapılacaktı. Son sözlerle kişisel bir tarih daha noktalanacaktı. Elbette biz biliyoruz ki dirileri, tarihin devrimci ölüleri yönetiyor.
Bana göre tarih, ölümleri ikiye ayırıyor sanki. Ölümleriyle ölenler ve ölümleriyle öğretenler. Sonra sırayı öğretenlerin izinden yürüyenler alıyor anlaşılan. Böylesi ölen her birey zincire takılan birer halka olarak soyut mekanda varlığını sürdürüyor. Kızılbaşlar buna devri daim diyor. Bekir’in “ölümsüz” olduğunu söyleyenler belki de bunu kastediyordu. Söylenenler yeni içerik ve sözcüklerle mezar başında da sürdü. Hapishanelerden gelen içerikler, Ankara’dan ve İzmir’den gelen biçimlerle buluştu. Partizan’ın sesi duyuldu sonra! Konuşma bitiminde, bana oranla genç bir arkadaş sarıldı boynuma. Bekir’in yeğeniymiş. Sabahattin Özen’di yani. Tanıştık. 1990’lı yıllarda İstanbul Teknik Üniversitesi’nde okumuş. Ortak devrimci tanıdıklarımız vardı. Kendisinde de ortak tanıdıklarda da Bekir’in payının olduğunu düşünmeden edemedim.
Son söz: İçtenlik ve cesaret
Bekir’in cansız bedeni, karısı ve yoldaşı Suzan Zengin’in bitişiğine gömüldüğü sırada “Devrim Şehitleri Ölümsüzdür” sözleri, yeni bir duygu durumu yarattı kitlede. Sözler, dalgalanıp toprağa ve ormana temas ederken asıl duygu yüklü bir konuşma daha geldi kulaklara. Bir ana, bir kadın ya da bir ablanın konuşması fedakarlığın, cesaretin, kardeşliğin en içten, sıcak ve düşünceli örneğini temsil ediyordu. Duygusal konuşmanın içinde Bekir’in hapishane yılları, devrimci olduğu için televizyonlarda teşhir edildiği günleri, Metris yılları da vardı.
Herkes anlamlı ve duygulu sesin geldiği tarafa ve kadının yüzünün göründüğü yöne bakıyordu. Konuşan kadın için “Bekir’in ablası” denildi. Son sözü devrimciler, proletarya ve buradaki duruma bakılırsa sanki bir de kadınlar söyler gibiydi. Ablanın sözlerinden sonra cenaze merasiminin bittiği duyuruldu. Son sözlerini söyleyenler, geldikleri mezarlık kapısına doğru yöneldiler. Mezarlıktan ayrılanların dönüp dönüp geriye bakması, Suzan ve Bekir’i yalnız bırakma burukluğu ile ilgiliydi sanıyorum.
Birçok kişi de onların, mezarda da olsa Aydınlı’da boş durmayacağına inanıyordu. Bizim şoför arkadaşa gelirsek, onun için de geride bıraktığımız ölülerin, ölmediği, inatla mücadele edecekleri, bulundukları yere ışık saçacakları muhakkaktı. Alandan ayrılırken yakamdaki Bekir’e ait fotoğrafı isteyen bir kadının kurduğu hayal de düşündürücüydü. Ona göre de bu iki yeraltı insanının proletaryadan aldıkları ışığı, yeryüzünü aydınlatmak için kullanacakları ve özgür bir gelecek tesis edecekleri kesindi!
Mehmet Akkaya
(Facebook – 29 Nisan 2025)